14 yaşında eline manevi kalemi alan bir kız çocuğunun, 23’lerinden sesleniyorum size. Umutlarından, tükenişlerinden, sonra yeniden doğuşlarından bahsediyorum. Minnetim ve şükrüm yalnız Allah’a. Var eden, varlık sahamı buldurdu bana… O arayış bitti artık. O açlık nasıl doyurulacağını öğrendi... Ellerim susmaz, zihnim susmaz, köprülerim yıkılmaz artık.
Burası kırık kalbini sevgisiyle tamir eden bir kız çocuğunun gizli kapısı. Kapımı ardına kadar araladım, içeri bekleniyorsunuz.
Tedarikli gelin, keza kaybolabilirsiniz…
Şimdi gözlerinizi kapatın.
Kayseri’nin sokaklarında koşturan, doğu batı karması bir kız çocuğunu düşünün şimdi. Kiraz ağacının en ince dalına tırmanan, erkek çocuklarıyla top sektiren, duvarların en ince yerinde denge oyunu oynayan… Örgülü saçları iki yandan sarkmış, annesinin kıymetli elleriyle ördüğü hırkası yaramazlığından hırpalanmış… Babasının biriciği, ağabeyinin baş belası, erkek kardeşinin ikinci annesi, annesinin tek sırdaşı…
Özgürlüğün, sessizliğe dönüştüğü o evrede, 14’üne bastığı 4 Haziran gecesinde yazmakla tanışan bir kız çocuğu düşünün…
İşte bu benim.
O ilk satırı karalayışımı hatırlıyorum; babamın koca kalemiyle, ellerimi kirleterek… Neden ağladığımı bile bilmediğim bir sebebe ağlıyordum. Yanaklarıma bulaşıyordu ellerimin mürekkebi… Ama inatla gözyaşlarımı siliyor, ihtiyatla o son kelimeyi yazıyordum.
“Bugünde ölmedim ve ne için yaşayacağımı bilmiyorum.”
Yıllar sonra, yine bir bahar mevsimindeyim. Ellerimde bu defa tuşların dokuları... Ağlamıyorum ve doymuş hissediyorum. Ve yine o son satırı karalıyorum.
“Bugünde ölmedim ve ne için yaşamam gerektiğini biliyorum.”
0% |